Güneş, o pazar gününü de mükemmel etmeyi başarmıştı.Tabi havanın da turkuaz mavisi rengi, göz ardı edilemezdi.Ben de bu mükemmellik karşısında dayanamamış.Kendimi boğaz karşısında bir masada buluvermiştim.Boğazın o eşsiz büyüsünde çayımı yudumlarken, o günkü gazetelere de göz geçirdim.Kahvaltımı yapıp gazetemi okuduktan sonra,kısa bir yürüyüş için davrandım.Arabamı denize yakın bir yerlerde park edip, bir iki saat yürüdüm.Yorulmuş olmalıyım ki ilk gördüğüm banka, kendimi atıverdim.Sessizce etrafta olanlara bakıyordum.İnsanlar kendi hallerindeydi.Herkes benim gibi havaya mest olmuş olacak ki, park çok doluydu.Ben bankta çevreme bakındıktan sonra, kendi hayatıma daldım.Bende pekala bu mutlu insanlar gibi olabilirdim.Ama değildim,eşim ölüp çocuklarım evlenince, kendi halinde bir ihtiyar oluvermiştim.Yine eski anılara dalmış düşünürken, arkamda ki ağacın dibinde, üstü başı yırtık ağlamaklı küçük bir çocukla karşılaşmıştım. Herhalde o da sokak çocuğu sıfatını taşıyan garibanlardan biriydi.Yanına gidip konuşmak istedim,açtı.Birlikte yemek yedik,bana oldukça dramatik olan hayat hikayesini anlattı.Küçücük olmasına rağmen,büyük dertlerle savaşmıştı.Ona kendi hikayemi anlattım.Gerçi onunkinin yanında,benim hayatım çok şaşalıydı en azından kalıcak bir evim,arada da olsa gördüğüm ailem vardı.Yemeğimizi yiyip,lokanta dan ayrılınca onu bir mağazaya götürmek istedim.Mağazadan iki,üç parça birşey alıp çıkmıştık.Karşıda ki dondurmacının seslerinden benim bile canım dondurma istemişti,tam dondurma almaya yönelirken gözden kayboldu.Nereye gittiğini anlamamıştım.Ona en azından bir kaç gün,bende kalabileceğini söyleyecektim.Ama gitmişti elimde ki dondurmalarla parkta ki arabama gittim sonra da evime...Artık o küçük çocuk,bende bir umut ışığı gibi olmuştu.Hergün o parka gidip onunla sohbet ediyordum.Sanki renksiz hayatıma bir fırça darbesiydi.Renksiz hayatımı renklendiren güzel bir darbe....